
Cerrahın Sorumluluğu
İnsanın sahip olduğu olanakları geliştirebilmesinin en temel koşulu onun bedensel ve ruhsal sağlığıdır. Kişinin hayat, sağlık ve beden bütünlüğü üzerindeki hakkı, kişilik hakkı kapsamında olduğu için, mutlak haktır. Anayasa’nın 17 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre “Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz”. Kural olarak kişinin rızası olmadan bunlara yapılan herhangi bir müdahale onun yararına da olsa hukuka aykırıdır ve kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. Rızanın hukuka aykırılığı ortadan kaldırabilmesi için ahlaka, adaba ve kamu düzenine aykırı olmaması gerekir. Hekim tarafından yapılan müdahalenin hukuka uygunluk koşulu; tedaviye rıza gösterilmesi, müdahalenin tedavi amacıyla yapılması ve tıp bilimi kurallarına uygun olarak icra edilmesidir. İnsanın bedensel ve ruhsal sağlığını korumak, hastalıkları önlemeye ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastaları iyileştirmeye çalışarak insanın yaşamını ve sağlığını korumak hekimin öncelikli görevidir.
Hatalı tıbbi tedavi; Hekim hatası veya kullanılan teknik ekipmandan kaynaklanan hata dolayısı ile ortaya çıkan zararlı sonuçlardır. Burada önemli olan Malpraktis (Hekimlik mesleğinin icrasının kötü uygulanması) ile Komplikasyon (hukukun icazet çerçevesindeki risk) arasındaki farktır.
Hukuk sistemimizde hekimlerin hukuki sorumlulukları kusur sorumluluğu başlığı altında yer almaktadır. Kusur sorumluluğu nedir? Sorusunun yanıtı ise; Borçlar Hukukunda Kusur Sorumluluğu bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir davranışla sözleşme dışında diğer bir kimseye vermiş olduğu zararın giderilmesini düzenleyen sorumluluk olarak tanımlanabilir. Bu nedenle hekimin tıbbi faaliyetlerinin icrası neticesinde ortaya çıkmasına sebep olduğu zararlar, kural olarak kusur sorumluluğuna ve kurallarına göre değerlendirilecektir.
Birçoğu ağır şartlar altında çalışan hekimlerin, tüm eğitim öğrenim ve mesleki donanımlarına ve iyi niyetlerine rağmen; hastalarına yanlış teşhis, yanlış tedavi uygulama, hatalı cerrahi müdahalede bulunma, yanlış ilaç yazma ve sayılan sebeplere benzeyen zararlar verdiğini, hastaların kimi zaman yaralanmalarına, vücut bütünlüklerine karşı zararlar vermelerine mesela sakat kalmalarına ve hatta bazen ölmelerine bile neden oldukları maalesef bilinmektedir. Mahkemelerin ise bu çerçevede hükmettiği tazminatların eskilere oranla daha yüksek olmaya başlamasının sebebi, davalarda hastanelerin ve hekimlerin sorumluluğunun eskiye oranla daha sık kabul görüyor olması, tıbbi hatalar nedeni ile açılan davaların artmasına yol açmıştır.
Elbetteki yapılacak her tıbbi müdahale ve tedavi bir takım riskler taşımaktadır, bu doğanın ve hayatın bir gerekliliğidir pek tabii. Doktorun tedavi sırasında standart, güncel uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya uyguladığı yanlış tedavi nedeniyle zarar doğabilmektedir. Hatalı tıbbi tedavi;yukarıda da belirttiğimiz gibi hekim hatası veya kullanılan teknik aletlerden kaynaklanabilir.
Hatalı tıbbi tedavi aşağıdaki hallerde görülmektedir;
- Bilgi veya deneyim eksikliği ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın vücuduna ya da sağlığına zarar verilmesi
- Hekimin hastasına kasti olarak zarar vermesi
- Aralarındaki sözleşmeye aykırı davranışta bulunulması
- Tıp kurallarının ve kanunun hekime yüklediği sorumluluklara aykırı hareket edilmesi
- Tıbbi aletlerin ve teknik ekipmanın yanlış kullanılmasından kaynaklanan zararlar
- Özellikle komplikasyon sayılmayan malpraktis olarak kabul edilen durumlar
- Gerektiği gibi muayene edilemeyen veya yanlış muayene edilen hastanın zarar görmesi
Mahkeme safhasında mutlaka hastanın vücut bütünlüğünün tehlikeye düşmesine sebep olan zararın varlığı kabul edilmiş ise, uygulanan tedavi ile meydana gelen zarar arasındaki illiyet bağı mutlaka araştırılmalıdır. Sabit olan deliller araştırılmalı doğru değerlendirilmeli ve gerek görülüyor ise bilirkişi incelemesi yapılmalı, doğru yorumlarda bulunulmalıdır. Tüm bu araştırmalar yapılmış olan tıbbi müdahale ile zarar arasındaki illiyet bağının çözüme kavuşması için yapılmalıdır.
- Hekim ve hasta arasında eğer önceden yapılan bir sözleşme mevcut ise, doktorun hukuki sorumluluğu TBK 96 ve Devamında ele alınan maddelere göre,
- Hekim ve hasta arasında önceden yapılmış olan bir sözleşme mevcut olmadığı halde ise, doktorun hukuki sorumluluğu TBK 41 ve Devamında ele alınan maddelere göre çözüme kavuşturulacaktır.
Örneğin, ameliyat sırasında hastaya oksijen yerine karbondioksit gazının verilmesini Yargıtay kişisel kusur sayıyor. Ama doğum sırasında vakumla alınan çocuğun beyninden uzuvlarına giden sinirlerinin zedelenmesini de Danıştay hizmet kusuru kabul ediyor. İkinci örnekte hizmet dahilinde bir hata mevcut, ilk örnekte ise doktorun ağır ihmali var. Başak bir örnek verirsek, ameliyatta idrar kesesi doktorun aşırı basınç uygulaması, yanlış ilaç vermesi veya hastayı fazla bekletmesi gibi bir nedenle patlamışsa kişisel kusurdur. Bu özen ihlali olur. Kişisel kusurdan kaynaklanan davalarda adli yargı yoluna gidilir ve olayın meydana gelmesinde vekalet sözleşmesi hükümlerine ya da haksız fiil sorumluluğu hükümlerine dayanılır.
Örneğin; Yargıtay 13.Hukuk dairesi kararına göre, davacı, yerel mahkemede burun rahatsızlığından dolayı tedavi almak amacı ile, davalı Hastaneye müracaat ettiğini ve diğer davalı Doktor tarafından ameliyat edildiğini, ancak ameliyattan sonra ağzında yanma ve ağrılar oluştuğunu, yediklerinin ağzından gelmeye başladığını, sağlam olan damağının delindiği, yanlış ve hatalı ameliyat yapıldığının anlaşıldığını, damağına dikiş atılmış ise de, şikayetinin giderilmediğini, davalı doktor tarafından Üniversite Hastanesine götürülüp kulağından parça alınarak damağındaki deliğin kapatıldığını, yapılan dikkatsiz ve tedbirsiz hatalı müşahade sonucunda maddi ve manevi büyük zarara uğradığını ileri sürerek 300.000.000 TL maddi ve 5.000.000.000 TL manevi olmak üzere toplam 5.300.000.000 TL. tazminatın 12.6.2000 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınmasını istemiştir. Davalılar, davacının ameliyat sonrası kendisine bildirilen talimatların hiçbirisine uygun davranmadığını ve kontrollere gelmediğini, damağındaki deliğin kubbe damak yapısından oluştuğunu, ameliyat sırasında dikkatsiz ve tedbirsiz davranılmadığını bildirerek, davanın reddini talep etmişlerdir.
Hasta, uğradığı zarara karşı, maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Hastanın ölümü halinde tazminat davasını, hastanın mirasçıları, yakınları ve destekten yoksun kalanlar da açabilir. Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kurumlarında çalışan hekim hastasına zarar verirse, dava devlet veya ilgili idare aleyhine açılır. Ancak, devlet veya ilgili idare ödediği tazminat için, hekimin kusurunu, ihmalini ve tedbirsizliğini tespit ederse, hekime rücu davası açabilir. Tıbbi müdahale sonucunda doğan zarardan, sadece hekim değil, gerek hekimin müdahale sırasında kullandığı malzemeler, makinalar veya müdahale yerindeki eksiklikler nedeniyle diğer 3. kişilerin de sorumluluğunu gündeme getirebilir. Hekimin tazminat sorumluluğu hekimin hukuka aykırı tıbbi müdahalesi sonucunda hastanın zarar görmesi halinde söz konusu olur. Genel olarak tazminatın amacı kişinin malvarlığında veya kişilik haklarında meydana gelen zararın giderilmesidir. Hekimler hata, ihmal veya kusurlarıyla hastaya verdikleri zararlar dolayısıyla ceza hukuku hükümlerine göre şahsen sorumlu oldukları gibi, uğranılan maddi ve manevi zararı Borçlar Kanunu hükümlerine göre şahsi mal varlıklarından tazmin etmekle de yükümlü tutulabilirler. Hekimlik mesleğine ilişkin olarak tazminat davası açılması ve davalı hekimin özel sektöre ait sağlık kurumlarında faaliyet göstermiş olması durumunda, davaya Türk Borçlar Kanunu’nun 49 uncu maddesine göre haksız fiil sorumluluğu, 66. maddesine göre adam çalıştıranın sorumluluğu, 69. maddesine göre alet-edevat dolayısıyla sorumluluk ve 112. maddesine göre akdi sorumluluk ile 502. maddesinde düzenlenen vekalet sözleşmesinin genel ve özel hükümleri uygulama alanı bulabilecektir. Hekimle hasta arasında sözleşme ilişkisi mevcut değilse, hekim Türk Borçlar Kanunu’nun 49 uncu maddesine göre sorumlu olacaktır. Bu hükme göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de bu zararı gidermekle yükümlüdür. Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kurumlarında hekimin hastalara vermiş olduğu zarardan asıl sorumlu olan kişi devlet veya ilgili idaredir. Bu durum 1982 Anayasası’nda düzenlenmiştir. Anayasa madde 40/3 hükmüne göre, kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar devletçe tazmin edilir. Benzer bir düzenleme Anayasa’nın 129/5 maddesinde ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13 üncü maddesi hükmünde de mevcuttur. Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kurumlarında çalışan hekim serbest çalışan hekimler gibi, hastayı tedavi etmek ve tıbben gerekli olanı yerine getirmekle yükümlüdür. Hekim teşhis ve tedavide gerekli dikkat ve özeni göstermek zorundadır. Hasta, uğradığı zarar nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası açabilir. Hastanın ölümü halinde tazminat davasını hastanın mirasçıları, yakınları ve destekten yoksun kalanlar da açabilir. Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kurumlarında çalışan hekim hastasına zarar verirse, dava idare aleyhine açılır. Ancak, devlet veya ilgili idare hekimin kusurunu, ihmalini ve tedbirsizliğini göz önünde bulundurarak ödediği tazminatı ilgili hekime rücu edebilir.
Estetik cerrahî, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de son yıllarda büyük bir ilerleme kaydetmiş ve estetik ameliyat olanların sayısı gözle görülür oranda artmıştır. Bunda, modern hayat ve değişen değerler sistemiyle birlikte toplumların estetik anlayışlarının da değişmesinin, daha güzel veya yakışıklı olmak, kendini daha iyi hissetmek, kendine güven duygusunu kazanmak veya geliştirmek, hayatta daha aktif rol almak duygularının önem kazanmasının, insanların gelir seviyelerinin yükselmesinin ve dolayısıyla dış görünüşlerini esaslı şekilde değiştirecek ölçüde kendilerine para ayırabilmelerinin etkisi olduğu gibi, tıptaki ve özellikle estetik cerrahîdeki sınır tanımaz gelişmelerin ve sayısız seçeneklerin de katkısı olmuştur; bu şekilde, herkese ve her keseye yönelik estetik ameliyat türleri doğmuştur. Genel olarak, tedavi amaçlı ve güzelleştirme amaçlı olmak üzere iki tür estetik ameliyattan söz edilir; bazen de bu iki amaç birlikte bulunur. Estetik amaçlı cerrahî müdahaleler ise, kişinin doğuştan mevcut veya sonradan bir etken sonucu ya da kendiliğinden meydana gelmiş görünüm bozukluklarını düzeltmek veya böyle bir şekil bozukluğu olmamasına rağmen kişinin daha güzel görünmesini sağlamak amacına yönelik tıbbî müdahalelerdir. Yayvan burun kanatlarını yukarı doğru çektirme, kırışan yüze doku transferi, kalçalardan vakumla yağ aldırma, dize estetik yaptırma, burun düzelttirme, gıdı aldırma, tombul yanakları incelttirme, silikonlu protez taktırarak dudak veya meme büyültme veya meme küçültme, meme dikleştirme, kulak küçültme veya kepçe kulak durumunu düzeltme, estetik karın germe (abdominoplasti), liposuction (estetik yağ alınması), yağ injeksiyonu, yüz germe (face-lift), kaş kaldırma, göz kapağı estetiği (blefaroplasti), çene estetikleri, botoks gibi estetik müdahalelerin bazılarında tedavi amacı, bazılarında ise güzelleştirme amacı güdülmekte; bazılarında ise, her iki amacı da birlikte gerçekleştirme hedeflenmektedir. Örneğin, doğuştan veya bir kaza sonucu burnunda şekil bozukluğu oluşan ve bu yüzden nefes alma zorluğu çeken hasta, estetik ameliyatla, hem düzgün görünümlü bir burna sahip olarak içine düştüğü olumsuz psikolojik durumdan kurtulacak ve hem de nefes almakta çektiği zorluk giderildiğinden daha rahat bir yaşama kavuşacaktır. Buna karşılık, normalden büyük memeye sahip olan bir hastaya yapılan meme küçültme ameliyatında, görüntüyü güzelleştirmenin değil, ağrı ve acının dindirilmesinin ilk planda amaçlandığı görülmektedir; zira böyle kişilerin sırt ağrısı çekeceği, ileride kamburluk ve duruş bozukluğu gibi problemlerle karşılaşacağı bilinmektedir.
ESTETİK CERRAHININ SORUMLULUĞU
Estetik cerrah, işin niteliği gereği diğer cerrahlara göre daha fazla dikkat ve özen göstermekle yükümlü olduğundan, sorumluluğu da diğer hekim ve cerrahlarınkinden daha geniştir. Estetik cerrahî operasyonlarını diğer cerrahî operasyonlardan ayıran en önemli özellik, bu operasyonların kişinin doğrudan dış görünüşünde değişiklik yaratmasıdır. Estetik ameliyatlarda, güzellik ve estetik görünüm çok büyük önem taşıdığından, ameliyatı gerçekleştirecek cerrahın dikkat ve özen yükümü artmaktadır; diğer cerrahların yüklendiği sorumluluğun yanı sıra, el becerisini de ortaya koyarak, bir bakıma sanatçı gibi bir eser yaratmaktadır. Hukukumuzda ne hekimin, ne de estetik cerrahın sorumluluğuna ilişkin özel bir düzenleme bulunmaktadır. Hekimlerin sorumluluğunda olduğu gibi, estetik cerrahların sorumluluğunda ortaya çıkan hukukî uyuşmazlıklar da, Borçlar Hukukunun genel nitelikteki hükümleriyle çözümlenmeye çalışılmaktadır.
- SÖZLEŞMEDEN KAYNAKLANAN SORUMLULUK
Güzelleştirme amaçlı estetik ameliyatlardan önce, estetik cerrah ile hastanın ayrıntılı bir şekilde görüşmesi ve aralarında bir sözleşme ilişkisinin kurulması işin doğası gereği olduğundan, bu ameliyattan kaynaklanan uyuşmazlıklar haksız fiile göre değil, sözleşmeye aykırılık esaslarına göre çözümlenmelidir. Bu durumda, estetik cerrah ile hasta arasında kurulan sözleşmenin hukukî niteliği önem taşımaktadır; zira, kurulan sözleşmenin hangisi olduğu konusunda verilecek karar, uyuşmazlığın da bu sözleşmeye ilişkin kurallara göre çözümlenmesi sonucunu doğuracaktır. Doktrinde hekim ile hasta arasında kurulan sözleşmenin hukukî niteliği hakkında birçok görüş bulunmakla birlikte, estetik cerrah ile hasta arasındaki sözleşmenin niteliği konusunda vekâlet ve eser sözleşmelerinin adları geçmektedir.
Yargıtay ise, cerrahın estetik ameliyat yapmasının, istisnai olarak eser sözleşmesinin konusunu oluşturduğuna hükmetmiştir. (“Estetik ameliyatlarda, ameliyatı yapan doktor, estetik görünüm konusunda belli bir teminat vermişse, taraflar arasındaki bu sözleşme, eser sözleşmesidir. Eser sözleşmesinde de, vekâlet akdinde olduğu gibi yüklenici, işi sadakat ve özenle yapmakla borçlu olup davalı doktor, mesleki bilgisinin tüm icaplarını yerine getirdiğini ispatla zorunludur... Davada dayanılan maddî olgu, burnun estetik ameliyat yapılmak suretiyle istenilen ve kararlaştırılan biçim ve şekle uygun güzel bir görünüm kazandırılmasıdır. Bu olgudan hareket edildiğinde, böyle bir sözleşmede sonucun ortaya çıkması yönünden teminat verilerek borç altına girildiği, diğer bir anlatımla belli bir sonucun elde edilmesinin kararlaştırıldığı kuşku ve duraksamaya yer olmayacak şekilde açıktır. O nedenle, bu tip sözleşmenin eser sözleşmesi olarak kabul edilmesi hâlin icaplarına ve tarafların iradesine uygun düşeceğinin kabul edilmesi gerekir. Gerçekte de bu sözleşmedeki yükümlülük vekâlet sözleşmesinin konusunu oluşturan bir iş görme niteliğinde değildir. Çünkü, burada vekâlet akdindeki unsurların aksine çalışma sonunda; istenilen belli bir sonucun mutlaka elde edilmesi amacı güdülmektedir...” 13.HD., 5.4.1993, 131/2741 (YKD., 1994/1, s.79-80). Diğer bir karara göre de “Eser (istisna) sözleşmelerinde, sadece bir hizmette bulunmak değil, aynı zamanda “eser” denilen olumlu-olumsuz bir sonucun taahhüdü söz konusudur. Sonuç gerçekleşmezse zarardan yüklenici sorumlu olur. Dövmeyi estetik amaçla silmek için müdahalede bulunan doktor eser sözleşmesinin niteliği itibariyle izi tamamen yok etmeyi taahhüt etmiş sayılır... 2- Bir hasta ile onu tedavi eden doktor ve bir avukat ile onun müvekkili arasındaki ilişki, vekâlet sözleşmesinin konusunu oluşturur. Doktor, hastasına tıbbî yardımda ve avukat da hukukî yardımda bulunmayı taahhüt ederler; ancak, hastayı iyileştirme ve davayı kazanma gibi bir sonucun taahhüdü, vekâlet sözleşmesinde söz konusu olamaz. Hasta ölse veya dava kaybedilse dahi tıbbî yardımda bulunan doktor ile hukukî yardımda bulunan avukat yaptıkları yardımın karşılığı olan ücret hak kazanırlar ve kusurları dışında sorumlu olamazlar. Eser (istisna) sözleşmelerinde ise, sadece bir hizmette bulunmak değil, aynı zamanda eser denilen olumlu-olumsuz bir sonucun taahhüdü söz konusudur. Sonuç gerçekleşmezse, meydana gelen zarardan yüklenici sorumlu olur. Bir diş doktorunun, kanal tedavisi değil de, takma diş yapması (protez) işi ve bir cerrahın tedavi değil de güzellik amacıyla insan vücudu üzerindeki tıbbî müdahalesi (olayımızda olduğu gibi) işi, BK.nın 355 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş bulunan istisna (eser) sözleşmesinin konusunu oluşturur. Eser sözleşmesi uyarınca davalı doktorun tedavi niteliği olmayan tıbbî müdahalede bulunması ifa yönünden, yeterli değildir. Yaptığı işin, hangi yöntemi kullanırsa kullansın ayıpsız (kusursuz) olarak ortaya çıkması da gerekir. Davacının kolundaki dövmeyi estetik amaçla silmek için müdahalede bulunan doktor, aynı zamanda, izi tamamen yok etmeyi de, eser sözleşmesinin niteliği itibariyle taahhüt etmiş sayılır. Oysa, dosya kapsamına ve fotoğraflara göre, davacının kolunda eski durumu aratırcasına sağlıksız ve çirkin görünümlü yeni bir iz, cerrahî müdahalenin izi olarak ortaya çıkmıştır. Yapılan iş BK.nun 360. maddesi gereğince, kabule icbar edilemeyecek derecede ayıplı bir iştir...” 15.HD., 3.11.1999, 4007/3868 (YKD., 2000/5, s.723-724).
Estetik cerrahın, eser sözleşmesindeki gibi, ortaya bir sonuç koyması gerekmektedir; estetik cerrah tarafından meydana getirilen sonuç (örneğin burun kemerini düzeltme), tıp bilimi ve estetik cerrahî kuralları çerçevesinde başarılı bir sonuç olarak kabul edilebiliyorsa, hastanın bu sonuçtan tatmin olup olmadığı önem taşımaksızın, eser olarak kabul edilir. Estetik cerrahın meslekî tecrübesi ve başarısı dışındaki sebeplerle, ameliyat sonucunda ortaya bir eser çıkmaması (örneğin, öngörülemeyen sebeplerle hastanın bünyesinin istenilen sonucun doğmasına engel oluşturması) durumunda ise, estetik cerrahın bir sonuç ortaya koyma niyetiyle ameliyata giriştiğinden hareket edilerek, ilişkinin yine eser sözleşmesi olduğu sonucuna varılmalıdır. Ortaya çıkarılacak sonucun, mutlaka yeni bir eser yaratma biçiminde olması zorunlu olmayıp, zaten var olan bir şeyin onarılması, biçiminin değiştirilmesi de eser kavramı içindedir. Ancak yaratılan sonucun bağımsız bir hukukî varlık olarak bir bütün oluşturması, farkedilebilir olması gerekir. Eser sözleşmesinde, belirli bir sonucun yaratılması esastır. Estetik ameliyatlarda, hastanın arzu ettiği veya estetik cerrahî kurallarına uygun bir sonucun cerrah tarafından ortaya konulması, hasta üzerinde bir eser yaratılması gerekmektedir. Eser sözleşmesinde, ortaya çıkarılacak eser için harcanan emek karşılığında, iş sahibi bir ücret ödeme borcu altına girmektedir. Tarafların ücreti kararlaştırmamış olması sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; ücret sorunu, Borçlar Kanununun 366. maddesindeki kurala göre çözümlenir. Eser sözleşmesi rızai bir sözleşme olup, tarafların birbirine uygun karşılıklı (açık veya örtülü) irade beyanıyla kurulur; geçerliliği, kural olarak belirli bir şekle uyulmasına bağlı değildir. Fakat ileride ortaya çıkacak uyuşmazlıkların önlenmesi için, tüm ayrıntıları içeren yazılı bir sözleşme yapılması isabetli olur.
İnsanın görüntüsü, kişisel kimliğinin ve bu kimliğe bağlı sosyal kabulün önemli bir parçasıdır. Bu sebeple insanoğlu, tarihin ilk devirlerinden beri hep güzel görünerek toplumda farklı bir yer edinmek istemiş, bunun için -ameliyat dâhil- çeşitli yöntemler denemiştir. Birinci ve ikinci dünya savaşlarında yaralananların vücut bozukluklarını düzeltmek, doku ve organ kayıplarını onarmak için yapılan ameliyatlar sayesinde büyük bir gelişim gösteren estetik cerrahî, daha sonraları doğuştan mevcut şekil bozukluklarının düzeltilmesini ve tıbbî zorunluluk olmadığı hâlde, kişilerin vücutlarında isteklerine bağlı çeşitli değişiklikler yaptırabilmelerini de mümkün kılmıştır. İnsanların güzel görünmek amacıyla yaptırdıkları estetik ameliyatlar, hukukî problemleri de beraberinde getirmektedir. Estetik cerrah ile hasta arasında yapılan sözleşme eser sözleşmesi niteliği taşıdığından, sorumluluk konusunda ortaya çıkan uyuşmazlıklar bu sözleşmeye ilişkin hükümlere göre çözümlenecektir. Bu noktada özellikle, estetik cerrahın hastanın istediği şekilde bir sonuç yaratamadığı, yanlış tanı koyup buna bağlı olarak yanlış bir tedavi şekli uyguladığı, hastayı aydınlatma yükümlülüğünü gereği gibi veya hiç yerine getirmediği, sadakat ve özen gösterme borçlarına aykırı davrandığı, sır saklama borcuna uymadığı iddiaları önem taşımaktadır. Estetik cerrahın, sözleşmeye aykırılık yanında, haksız fiil veya vekâletsiz iş görme hükümlerine göre de sorumlu tutulabilmesi mümkündür. İnsanların güzelleşme arzusunun hiçbir zaman sona ermeyeceği, tıpta ve estetik cerrahîde ortaya çıkan yeni yöntemlerin insanların bu güzelleşme arzusunu sürekli kamçılayacağı, insan emeğine bağlı müdahalelerde hatanın da her zaman söz konusu olabileceği veya hastadan kaynaklanan sebeplerle ameliyatın başarıya ulaşamayabileceği dikkate alındığında, güzelleştirme amaçlı estetik ameliyatlardan kaynaklanan hukukî problemler de hep var olacaktır. Yargısal sürecin çok uzun sürmesi ve ispat zorlukları sebebiyle, diğer tıbbî müdahalelere nazaran estetik ameliyatlardan kaynaklanan zararlar için hukukî yollara şimdilik çok az başvurulmasına rağmen, insanların bilinçlenmesiyle gelecekte bu tür zararların tazmini amacıyla daha fazla dava açılacak ve konu daha da önem kazanacaktır.